SEKSENÜÇÜNCÜ MEKTÛB

 

(Ehl-i sünnet vel-cemâ'at) mezhebinin âlimleri, (Kazâ)  ve (Kader)  bilgisini şöyle anlatdılar: İnsanların hayrdan ve şerden yapdıkları bütün işleri, Allahü teâlânın ezeldeki takdîri ve irâdesi ile hâsıl olmakdadır. (Takdîr),  halk, îcâd etmek, yaratmakdır. Allahü teâlâdan başka, hâlık, mûcid, yaratıcı yokdur. Allahü teâlâ, (Sâffât)  sûresinin 96. cı âyetinde meâlen, (Sizi ve bütün yapdıklarınızı, Allah yaratıyor) buyurdu. (Mu'tezile)  fırkası, câhil ve ahmak oldukları için, kazâ ve kaderi inkâr etdiler. İnsan işini, kendi kudreti ve ihtiyârı [seçmesi] ile yapar dediler. İnsan, kendi işini yaratır zan etdiler. [Bunlara (Kaderiyye)  fırkası da denir.] Ehl-i sünnet âlimleri, (Mecûsîler [ateşe tapanlar], Kaderiyye kadar alçak değildir. Bunlar bir şerîke inanıyor. Kaderiyye ise, sayısız şerîklere inanmakdadır) dedi.

Hayrı ve şerri, Hak teâlâ yaratıyor ise de, yapılan işlerde, kulların irâde ve ihtiyârlarının da te'sîri vardır. Evvelâ, insan irâdesini kullanır. Sonra, buna uygun olarak, Hak teâlâ da irâde ederse [isterse], bu işi halk eder, yaratır. Kulun irâde etmesine (Kesb)  denir. İnsanın yapdığı işi yaratan, Allahü teâlâdır, kesb eden, kuldur. (Onun izni olmadan, hiçbirşey hareket edemez!) sözü halk etmek bakımındandır.

Kâtili öldürmek ve fâsıklara azâb yapılması, kesb etdikleri içindir. (Cebriyye)  fırkası, kulda irâde ve ihtiyâr [seçmek] yokdur dedi. İnsan, işini yapmağa mecbûrdur dedi. İnsanların iş yapmaları, rüzgârdan yaprakların sallanması gibidir dedi. Hattâ, işi insan yapdı demedi. İşleri yapan Allahdır dedi. Bu sözleri (küfr)  olur. Kur'ân-ı kerîme inanmamakdır. (Allahü teâlânın emrlerini yapana sevâb verilir. Fekat, harâm işleyenlere azâb yapılmaz. Kâfirler ve âsîler ma'zûrdur. Bunlara süâl ve azâb yokdur. Çünki, işleri yapan Allahü teâlâdır. Bunlar, mecbûrdurlar) diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Allahü teâlâ, Sâffât sûresinin 24. cü âyetinde, (Onları hesâb mahallinde durdurun! Hesâb olunacaklardır)  ve Hicr sûresinin 93. cü âyetinde, (Rabbin hakkı için, onların hepsine işlediklerini süâl ederiz)  buyuruldu. Mel'ûn oldukları bildirilen (Mürciye) fırkası bunlardır. Bunlara yetmiş Peygamber la'net etmişdir. Bu habîslerin i'tikâdları akla da uygun değildir. Elin titremesi başkadır. İstiyerek oynatması başkadır. Nusûs-ı kat'ıyye [âyet ve hadîsler], bunları red etmekdedir. Ahkaf sûresinin 14. cü âyetinde, (yapdıklarının cezâsıdır)  ve Kehf sûresinin 29. cu âyetinde meâlen, (İsteyen îmân etsin. İsteyen inkâr etsin. Zâlimlere Cehennem ateşini hâzırladık)  buyuruldu. Kulda irâde, ihtiyâr olmasaydı, Allahü teâlâ, bunlara zâlim demezdi. Âl-i İmrân sûresinin 117. ci ve Nahl sûresinin 33. cü âyetlerinde meâlen,(Allahü teâlâ onlara zulm etmez. Onlar, kendilerine zulm etdiler)  buyuruldu. Mülhidlerin [küfr ile îmânı karışdıranların] çoğu (insânda ihtiyâr yokdur) diyerek, islâmiyyete uymuyorlar. Harâm işliyenler için va'd edilmiş olan süâlden ve azâbdan kurtulmak istiyorlar. Ma'zûr ve mecbûr olduklarını söylüyorlar.

İnsanlara, islâmiyyete uyacak kadar ihtiyâr ve kudret verildi. Titremek ile oynatmak arasındaki fark meydândadır. Allahü teâlânın merhameti pekçokdur. Kullarına, yapamıyacakları şeyleri emr etmedi, yapabileceklerini emr etdi. Bekara sûresinin son âyetinde, (Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emr etdi)  dedi. Bu kimseler, kendilerine sıkıntı verenlere düşman oluyor. Oğullarını, hizmetcilerini döğerek terbiye ediyorlar. Zevcelerini yabancı erkekle görünce kızıyorlar. Bunlar, ma'zûrdur, mecbûrdur demiyorlar da, âyetlerde ve hadîslerde açıkca bildirilmiş olan Cehennem azâbından, bu behâne ile kurtulmak istiyorlar. Her istediklerini, her kötülükleri yapsınlar, hiç süâl olunmasınlar diyorlar. Allahü teâlâ, Tûr sûresinin yedinci âyetinde, meâlen (Rabbinin azâbı elbette vardır. Ondan kurtulmak yokdur)  buyuruldu. Bunlar, evlerinde yabancı bir deliyi görseler, bu mecnûndur, aklı ve ihtiyârı yokdur diyerek kızmıyorlar. Bir akllıyı görünce, buna kızıyorlar. Bu da, ma'zûrdur demiyorlar. Dünyâ işlerinde, ihtiyârı olan ile olmıyanı ayırıyorlar da, islâmiyyete uymakda, ihtiyârı inkâr ediyorlar.

Kaderiyye fırkası, kazâ ve kaderi inkâr etdiği için, cebriyye fırkası da, insanda ihtiyâr [seçmek] yokdur dediği için, hakdan [doğru yoldan] ayrıldılar. Bid'at ve dalâlet sâhibi oldular. Taşkın ve şaşkın olmıyan orta yol, (Ehl-i sünnet ve cemâ'at)  mezhebidir. İmâm-ı a'zam Ebû hanîfe, imâm-ı Ca'fer Sâdıkdan sordu: (Ey Resûlün torununun torunu! Allahü teâlâ, insanların işlerini, kendi arzûlarına bırakdı mı?) deyince, (Allahü teâlâ, Rab olmakda, kullarını ortak etmez) buyurdu. (Kullarına cebr eder mi?) dedikde, (Kullarını cebr edip de azâb etmek, Onun adâletine uygun değildir) dedi. (O hâlde, nasıl inanmalı?) dedikde, (İkisi arası. İşleri cebr ile yapdırmaz. Onların keyflerine de bırakmaz) dedi. Hayr ve şerlerin hepsi, Allahü teâlânın takdîri ve irâdesi iledir. Cebriyye kâfirleri, kötü işleri yapmağa mecbûruz demekle kalmıyorlar. Küfrlerini, isyânlarını kötü bilmiyorlar. Allahü teâlâ, dilediği şeylerden râzıdır. Râzı olmasaydı, irâde etmezdi diyorlar. Müşrik olmak bile, Allahın râzı olduğu şeydir. Râzı olduğu şeyi yapana azâb yapmaz diyorlar. Allahü teâlâ, En'âm sûresinin 148. ci âyetinde ve diğer sûrelerde, meâlen (Önce gelenler de, böyle inanmamışdı)  buyurarak, bunların yalan söylediklerini bildiriyor. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde ve diğer Peygamberlerin kitâblarında, küfrden râzı olmadığını, küfrün kötü olduğunu bildirdi. Kâfirlerin mel'ûn olduklarını, afvdan, rahmetden uzak olduklarını ve cezâlarının ebedî azâb olduğunu bildirdi. Cebriyyenin sözlerine cehâlet dedi. Çünki irâde başkadır, rızâ başkadır. İrâde edilen şeyden râzı olmak lâzım gelmez. Allahü teâlâ küfrü ve günâh olan şeyleri irâde eder, ister, yaratır. Fekat, bunlardan râzı değildir, beğenmez. [İnsanın da, irâde etdiği şeyden râzı olması îcâb etmez. Meselâ, döğülmeğe, öldürülmeğe, habs edilmeğe götürülen kimse, adımlarını irâdesi ile atar. Fekat, bu gidişinden râzı değildir.] Cebriyyenin sözleri, inandıklarını anlatmak değildir. Alay etmek için söylüyorlar. (İnsanların işleri, Allahü teâlânın irâdesi ile olduğu için ve hayr ile şer, ezelde takdîr edildiği için, insanın ihtiyârı kalmıyor, bunları yapmak lâzım oluyor) sözleri de yanlışdır. Çünki, ezelde, abdin kendi ihtiyârı [seçmesi] ile yapacağı takdîr edildi. [Kader, cebr-i mütehakkim değildir. İlm-i mütekaddimdir.] Bu takdîr, insanda ihtiyâr bulunduğunu gösteriyor. Ezeldeki takdîr, ihtiyârı yok etseydi, Allahü teâlâ, işlerinde ve herşeyi halk ve îcâd etmesinde, ihtiyâr sâhibi olmazdı. Ezeldeki takdîrine, irâdesine uygun olarak yaratmağa mecbûr olurdu. Hâlbuki, hiç de böyle değildir.